Feridun Sinirlioğlu Habertürk’e konuştu

  • Google
  • Google
  • Google
  • Google
  • Google
  • Google
  • Google

Feridun Sinirlioğlu Habertürk’e konuştu

Al Jazeera ’de bir vakit önce onun için kaleme dargın bir portre, şu sözlerle başlıyordu: “Onu tanımayanların dikkatini belki de yalnızca kendine has duruşuyla çekebilir: İç içe geçirilip kucakta birleştirilmiş parmaklar, ne düşündüğünün ipuçlarını vermeyen bir yüz ifadesi…” “Dışişleri Bakanlığı ’nın kara kutusu” olarak tanım edilen bu adamla mülâkat gerçekleştirmek için 2 yıldır bekliyordum. Conrad Oteli ’nin 15. katındaki buluşma mekânımıza, bir diplomat titizliğiyle 5 dakika erken geldi. Önce oturuşumu süzdü, etap etap üstüne attı, parmaklarını iç içe geçirip kucağında birleştirdi. Sorularımı dikkatle dinledi, kısık sesle ve yeni bir polemiğe katiyen müsade vermeyecek bir özenle konuştu. Feridun Sinirlioğlu, Dışişleri Bakanlığı ’nda en uzun vakit müsteşarlık yapan isimlerden biri. 1990 ’larda Süleyman Demirel ’e danışmanlık yaptığı günlerden beri Türk dış politikasına istikamet veren, 7 Haziran sonrası geçici hükümette Dışişleri Bakanı olan ve derhal Türkiye ’nin BM Daimi Temsilcisi olarak atanan Sinirlioğlu ile New York ’a gidişine günler kala İstanbul ’da buluştuk…

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevinizi de sayarsak 1990 ’lı yılların başından beri Türk dış politikasına yön veren önemli isimlerden birisiniz. Son 7 yıldır ise kişisel olarak Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve geçici bakan olarak olayların merkezinde yer aldınız. Sizin için “Dışişleri ’nin kara kutusu” diyenler var. Acilen Birleşik Milletler ’e gidiyor almak ne hissettiriyor?

Rahatlama hissettiriyor! (Gülüyor)

 “Bu keşmekeşten kurtuluyorum” diye seviniyor musunuz?

Yok, pek değil. Uzun süren bir sorumluluğu tamamlamış olmanın rahatlığı diyelim.

Müsteşarlığınız döneminde yaşadığınız en zorlu kriz hangisiydi? “One minute” mi?

Suriye meselesi natürel ki. 7 yıl 3 ay sürekli müsteşarlığımın en uzun süren kriziydi. Suriye sevdiğim de bir ülkedir. Bir yanlamasına ülkemizin milli güvenliği ile ilgili yükümlülük içeren bir tahsis ifa ederken, yaşanan insani kriz de üzerimizde büyük bir tartı yarattı.

 Diplomatik galibiyet olarak gördüğünüz bir şey var mı?

Acilen baktım da ilk göreve başladığımda verdiğim mülakatlardan birinde “Artık haddimizi bilmeyeceğiz, herkesle eşdeğer düzeyde göz hizasında konuşacağız” demiştim. Bunu başardık. Türk diplomasisi dünyadaki en köklü, en başarılı 4 diplomasi ekolünden biri. Diğerlerini saymayayım, üzülebilirler! Hepsi Avrupa ’dan… Bu dönem zarfında defalarca şununla kibir duydum; Batı ’da olsun, Doğu ’da olsun, muhataplarımız bizimle görüşmek için mücadele sarf ettiler, meslektaşlarımın fikirlerini almadan hareket etmediler. “Nereden çıktı bu Türkler? Her yerdeler, neden bunlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz?” duygusu var doğrusu. Avrupa siyasetinde Türkiye ’nin uzun bir tarihi var. Önyargılar var. Türkiye ’ye bu dek fazla sopa göstermelerinin gerisinde da Türkiye ’nin artık “haddini bilmez” bir hitabe alması yatıyor. Bu da ayrıca Türkiye ’nin büyüdüğünü, gösterişli bir ülke haline geldiğini, tarihinin ve coğrafyasının hakkını verir ışık halkası geldiğini, hem de diplomasimizin güçlendiğini kanıtlıyor. Türkiye hesaplı olarak da güçlenen, sözü dinlenen bir ülke haline geldi.

“DIŞ POLİTİKA ÇİZGİMİZDE DEĞIŞTIRME DEĞIL”

Cumhuriyet tarihinin dış politika geleneği; mezhepler üstü, ideolojik olmayan, yönetici kadronun beklentilerine kadar değil ülke çıkarlarına kadar denge kuran ve hatta kimilerine kadar “pasif” diye betimleme edilir. Ancak son dönemde bu anlayışın değiştiğini, realist ekolden idealist ve ideolojik bir ekole geçildiğini söyleyebilir miyiz?

Dış politikayı belirleyen 3 esas etken vardır; tarih ve coğrafya ve ekonomi. Türkiye ’nin bulunduğu coğrafya dünya politikasında daima etkin olmuş bir coğrafyadır ve biz bu coğrafyada en uzun devlet geleneğine sahip ülkelerden biriyiz. Ülkenin hesaplı imkânları genişledikçe coğrafyasının hakkını verme kapasitesi genişler. “Türkiye, Cumhuriyet tarihi her tarafında hep dingin bir dış politika izledi” seslenmek yanlıştır; tarihin, coğrafyanın ve hesaplı imkânlarının gerektirdiği yolu izlemiştir. Dış politikamızın esas hedefi, milli güvenliğin maksimizasyonudur. Bu noktada Türkiye bir imal merkezi haline geldikten daha sonra etrafındaki komşu coğrafyanın istikrarı konusunda daha büyük bir pay sahibi olmuştur. Dolayısıyla kendi refahı için, kendi güvenlik ve istikrarı için bu bölgenin refahı, güvenliği ve istikrarı ile daha artı ilgilenmeye başlamıştır. Bu da fiilen sizin “Dengeci” olarak nitelediğiniz daha önceki politikadan caymak anlamına gelmez.

Dengecilik yerine daha etkin ve ideolojik bir dış politikaya geçiş olmadı mı yani?

Peki ama öyle derseniz Hatay ’ı ne yapacağız? Lozan ’daki Boğazlar dengesini değiştiren birincil adım 1936 ’da atıldı. Sonradan 1938 ’de Hatay konusu düzeltildi. 1974 ’te de Kıbrıs ’taki koşul değiştirildi. Burada dengecilik nerede? Türkiye ’nin dış politika çizgisinde sapmalar ya da farklılıklar değil, program metni vardır. Fakat o program metni içinde dönemin şartlarına yerinde atılımlar vardır. İşte son dönemde yapılan da budur. Türkiye daha geniş imkânlara sahip oldukça iddiası ve hedefleri büyümüştür.

‘SURİYE POLİTİKASINDA HATA YAPMADIK ’

Müsteşarlığınız ve bakanlığınız döneminde “Hataydı” veya “Bu olaya farklı yaklaşabilirdik” dediğiniz bir konu var mı? Örneğin Suriye politikasının yanlış olduğu eleştirisi sıklıkla dile getiriliyor. Hatta “Türkiye savaşı büyüttü” suçlaması var. Bu iddialara ne dersiniz?

Acilen cümbür cemaat Suriye ’deki krizle ilgili olayları bambaşka hatırlıyor. Bence nesnel olmak lazım, başından itibaren ne oldu, Türkiye ne dedi; ona bakmak gerekli. 2011 Mart ’ında insanlar korkusunu yenip sokaklara çıkınca, Türkiye o zaman temasta olduğu Esad yönetimi ile diyaloğunu açık tuttu ve halkın talepleri doğrultusunda demokratik bir açılım yapmanın tek çıkış yolu olduğu mesajını verdi. Ama idare bunu dinlemedi ve zorlama ile halkın taleplerini geri çevirdi. Kriz oradan çıktı zaten. Halkı ile savaşan bir yönetimin başarılı olması olası değildir. Nitekim aradan geçen 5 yıl içinde ülkenin az kalsın tamamı tarumar oldu. 600 bin insan öldü. 5-6 milyonu mülteci oldu. Pat Diye güney sınırımızda iç savaş içinde, paramparça bir ülke ortaya çıktı. Bu tablonun terörizmi özendirme edeceği ve mülteci sorunu ortaya çıkaracağı tespitini biz 2011 yılında yaptık. Hatırlayacaksınız, iki ülke hariç tüm dünya Suriye halkının yanındaydı ve Esad ’ın gidişini destekliyordu. O dönemde geniş katılımlı “Suriye ’nin Dostları Grubu” toplantıları yapılıyordu. Değişen tablo nasıl ortaya çıktı, onu da iyi hatırlamamız lüzumlu. 2013 yılında rejim fazla güç bir durumdaydı ve kimyasal tabanca kullandı. O anda ABD “Bu bizim için kırmızı çizgidir, bu geçildiği takdirde gereken askeri müdahaleyi yaparız” dedi ama bu açıklamanın gereğini yapmadı. Bunun üzerine başkaları durumdan vazife çıkardı, rejime büyük bir askeri yardım başlattılar. Bu şart kargaşayı uzattı. “Türkiye hata mı yaptı?” diye soruyorsunuz. Nerede hata var? Biz başından beri insani sorumluluklarımızı yerine getirdik, canını kurtarmak isteyenlere sınırlarımızı açtık. Terör konusunda da elimizden gelen her türlü çabayı gösterdik.

Daha fiziki sormak gerekirse, Türkiye ’nin muhalif gruplar içerisinde daha radikal olanları başlangıçta desteklediği ve sınırlarını cihatçı geçişine açık ülkü getirdiği iddialarına ne dersiniz?

Bunlar iddia. Türkiye ’nin istikrarsızlık içinde 2 ülkeye sınırı var. Böyle bir kargaşa döneminde sınır hattını Türkiye ’nin güvenliği bakımından çevrelemenin kolay bir meslek olmadığını illaki herkes takdir eder. Bu Türkiye ’nin üstünde büyük bir tartı yaratmıştır ve fiilen bununla herkesin beklediğinden fazla daha başarılı bir şekilde baş etmiştir. Düşünebiliyor musunuz; 384 kilometrelik Irak sınırındaki istikrarsızlık 1980 ’deki İran-Irak savaşından beri devam ediyor. 5.5-6 senedir de Suriye ’deki durum buna eklendi. Suriye ’deki koşul ondan önce de Türkiye bakımından bayağı değildi. 1998 ’de savaşın eşiğine geldik. Dolayısıyla bu bin 295 kilometre kesintisiz değişkenlik yaratıyor ve biz buranın istikrarı için uğraş sarf ediyoruz.

 Desteklenen gruplar seçilirken veya stratejik tercihlerde hatalı kararlar verilmiş olabilir mi peki?

Desteklenen gruplar diye bir şey değil. Türkiye, baştan itibaren muhalefeti bir çatı grubu içinde değerlendirdi ve Suriye ’nin Dostları Grubu ulusal koalisyonunu başlıca muhatap olarak tanıdı. Diğer gruplaşmalar zaman içinde ortaya çıktı. Ama dağılma anından sonradan içeriye tanıdık olmayan unsurların girmesiyle işler biraz kontrolden çıktı. Tablonun karışmasının başlıca sebebi de ismini hepimizin bildiği rejimin destekçisi iki ülkenin sahaya şahsen girmesi…

“MUSUL OPERASYONU MEZHEPÇİ BİR İNTİKAM OPERASYONUNA DÖNÜŞMEMELİ”

Başika Kampı konusunda Irak hükümetinin verdiği tepkiyi nasıl karşılıyorsunuz?

Seküler bir anayasal demokrasi olarak biz mezhepçiliğin en büyük korkutma olduğunu ve aşırıcılığı tetikleyeceğini daima anlattık. Irak ’ta da en büyük risk budur. Irak ’ta mezhepçi bir intikam duygusuyla hareket edilirse bu ayrıca Irak için, hem bizim için, hem de tüm alan için yıkım olur. Bizim Musul ’la ilgili söylediğimiz şey budur. Şimdi bunu böyle söylediğimiz vakit yarı biz mezhepçi bir politika izliyormuşuz gibi geliyor lakin alakası yok.

“Türkiye Sünni bir dış politika izliyor” tezi yanlış mı yani?

Elbette yanlış. Mesele Şiilerin oraya girmesi falan değil, Musul operasyonu mezhepçi bir intikam operasyonuna dönüşmemelidir. Mezhepçi uygulamalar sonuçta DAEŞ dalgasının güçlenmesine neden oldu. DAEŞ gelince, denize düşen yılana sarılır misali tüm ahali onları destekledi. 2 bin DAEŞ ’li Suriye ’den Musul ’a girdiğinde 71 bin Irak askeri vardı ama 24 saatte dağıldılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Başika ’ya Kuzey Irak ’ın daveti ile gittik” dedi. Türkiye uzun vadede Kuzey Irak Kürt Yönetimi ’nin bağımsızlığına nasıl bakar?

Türkiye, Irak ’ın birliğini ve toprak bütünlüğünü en dinç şekilde destekliyor. Bu bir prensip tutumudur ve hiçbir zaman değişmeyen. “Bunlar yapay sınırlar” vesaire denilebilir ama tartışmaya başladığınız zaman nerede duracağınızı kimse kestiremez. Biz bu bölgelerle fazla daha yakın, açık ilişkiler istiyoruz. Zaten bu krizler başlamadan hem Suriye ayrıca Irak ile stratejik işbirliği için adımlar atıyorduk. Irak ’ta gelirlerin ve iktidarın adilce paylaşımına dayanan bir federal yapı üzerinde mutabık kalmışlardı. Lakin Maliki bütün gücü kendisinde topladı. Kendi hükümeti içindeki bakanlarla mezhep kriterine tarafından çatıştı. Hatta Sünni olduğu için bazı bakanları tutuklatmaya kalktı.

 ‘İSRAİL, TARİHİNDE ÖRNEĞİ OLMAYAN ADIMLAR ATTI ’ 

İsrail ’le ilişkilerin normalleşmesi için fazla çaba sarf ettiğinizi biliyoruz lakin bir takım çevrelerin “Türkiye iyice istediğini alamadı” eleştirisine ne dersiniz?

Her uzlaşma bir uzlaşıdır. Eğer savaş kazanmamışsanız tamamen sizin istediğiniz gibi bir uzlaşma olmaz. İsrail ile normalleşme anlaşmasında esas hedeflerimizin hemen hepsi yerine getirildi. Gerçekten onlar İsrail tarihinde örneği olmayan adımlar attılar.

‘NATO ’DAN UZAKLAŞTIRMA LAF KONUSU DEĞIL ’

Türkiye ’nin NATO çizgisinden azıcık uzaklaştığı yönünde bazı eleştiriler var. Geçmişte de bir eksen kayması tartışması olmuştu. Türkiye ’nin Rusya ile yakınlaşmasıyla ilişkili olarak bir çizgi değişimi olabileceğini düşünüyor musunuz?

Türkiye ’nin Rusya ile yakınlaşması, coğrafyanın dış politikaya etkisidir. Rusya önemli bir komşumuz. Çoğu ortak meselemiz var. Müşterek çıkarlarımız ve hesaplı açıdan iki tarafın da menfaatine olanişbirliği imkânlarımız var. Ayrıca Rusya ’nın bizden çok daha artı Almanya ile ilişkileri var. Dolayısı ile ben bu nesil yorumları maksatlı bulurum. Bunların gerçekle bir ilgisi değil. NATO çizgisi, Türkiye ’nin de katkıda bulunduğu bir çizgidir. Türkiye, o çizgide bir değişim istiyorsa bunu NATO için de savunur.

“ABD’NİN BEYANLARINA GÜVENİYORUM”

New York daha önce devir yaptığınız bir yerdi ama bu sefer ABD ile ilişkilerin böylece de parlak olmadığı bir döneme eşit geliyor gidişiniz. İlişkiler defalarca iniş-çıkışlıydı ama bu sefer yaşadığımız daha derin bir kriz mi?

acilen krizden ziyade belli konularla ilgili öncelikler konusunda ayrı yaklaşımlarımızın olduğu söylenebilir. Türkiye, YPG ’nin PKK ’nın bir kolu olduğunu defaatle anlatmıştır. Strateji nedenlerle de olsa PKK ve YPG ile işbirliği yapılıyor olması, Türkiye ’nin güzel görebileceği bir şey değildir. Temel konulardan bir diğeri de Fethullah Gülen ’in iadesi. Bu iki konu, şu anda Türkiye ABD ilişkilerinde en alıngan konulardır. Lakin bunlar Türk- Amerikan ilişkilerinin krize girdiğini göstermez. Umarım çözümü için birlikte çalışmaya devam ederiz.

Darbe girişiminin ardından ABD ’nin parmağı olabileceği iddialarına nasıl bakıyorsunuz?

Bu konuda ABD ’nin tutumu gayet açık. Biz de onların tutumuna göre hareket ederiz. Ben ABD ’nin bu konudaki beyanlarına güveniyorum. Buradaki bıkkınlık, tabiatıyla bu darbe girişiminin arkasındaki ismin ABD ’de yaşıyor olması. Bu, söylentilere mesnet teşkil ediyor. Fethullah Gülen ’in ABD ’deki varlığı, Türk-Amerikan ilişkilerine ağırlık atfeden herkes için en önemli sorun… Gülen ’in iadesi talebimizin hemen yerine getirilmesini bekliyoruz.

‘İŞİMİ KENDİ ÜSLUBUMLA YAPIYORUM ’

Sizinle ilgili “Fazla açık sözlüdür, normalde diplomatlar kararı siyasilere bırakır ama Feridun Sinirlioğlu her konuda içten bildiğini yüksek sesle söyler” diyorlar. Dürüst mu?

Kendimle ilgili değer biçme yapmam içten olmaz! (Gülüyor) Fakat şunu söyleyeyim, ben işimi bildiğim gibi yapıyorum. Kendi üslubumla yapıyorum. Buradan herkes istediği sonucu çıkarabilir. Diplomatın görevi, siyasetçiye her şeyi olan açıklığı ile inandığı şekilde açıklama yapmak ve tecrübesi çerçevesinde bütün seçenekleri sunmaktır. Zaten doğru olan da gördüğünüzü ifade etmekten çekinmemektir.

FERİDUN SİNİRLİOĞLU HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 5 ŞEY 

*İstanbul Erkek Lisesi ve Ankara Siyasal ’dan sonra Boğaziçi Üniversitesi ’nde doktora yapmış. 1982 ’de girdiği Dışişleri ’nde lakabı ‘Kara Kutu ’.

* Kısık ses tonu ve karizmatik tavrıyla tanıdık olmayan diplomatların alaka odağı olduğu söyleniyor. Arkadaşı gazeteci Cengiz Çandar, onun için “Feridun öteki diplomatlardan farklıdır. Hakiki bir entelektüeldir” diyor.

* Büyükelçi Ayşe Sinirlioğlu ile evli. Ayşe Hanım ’ın yeni devir yeri henüz kesin değilmiş.

* Bob Dylan hayranı. Rocksever, Roger Waters konserlerini kaçırmıyor.

*Devlete Ait görüşmelerdeki mesafeli tavrının aksine sivil hayatta gayet esprili biri. Off record konuşurken gayet sıcacık lakin iş röportaja gelince “Bizim işimiz manşet vermemek. Emekli olunca her şeyi anlatacağım!” diyor.

KÜBRA PAR/GAZETE

FOTOĞRAFLAR: TAYFUN ÇETİNKAYA

Pin It

MALATYA HABER | MALATYA | HABER MALATYA

Dünya Haberleri | Siyaset | Asayiş | Gazete Manşetleri | Ekonomi

Eğitim | Malatya Spor | Yaşam | Sağlık | Kanal Çocuk | Kültür Sanat

Sinema-Tiyatro | Müzik  | Magazin | Teknoloji | Malatyalılar

Akçadağ | Arapgir | Arguvan | Battalgazi | Darende | Doğanşehir | Doğanyol | Hekimhan | Kale | Kuluncak | Pütürge | Yazıhan  | Yeşilyurt

Yoruma Kapalı